27 Mayıs 2010 Perşembe
Türkmenler ve Türkmenistan
Türkmenler ve Türkmenistan
Türkmenlerin eski tarihi, bütün dünya Türklüğünün tarihi ile birdir. Tarihe çıktıkları alan olarak,
Tanrı Dağları'nın batı ve kuzey yamaçlarından Aral Gölü'ne ve Altaylara doğru yayılan geniş Türkistan
sahasıdır.
Türklerin bu alanlardaki kazılara dayanan tarihi, milattan önce 4 ile 5 bin yıllarına dayanmaktadır. Bilinen
ilk Türk devleti, M.Ö. 8. yüz yılda ortaya çıkan Saka'lardır. Daha sonra, Türk boylarının egemen olduğu
Hun İmparatorluğu, M.Ö. 220 ile M.S. 220 yılları arasında hâkim olur. Bundan sonra Tabgaç hanedanı
devlete egemen olur. M.S. 550 yılında ise, ilk defa Türk adı ile anılan Gök Türk İmparatorluğu
kurulur. Gök Türk hakanlarının sekizinci yüz yılda diktirmiş oldukları Orhun Âbideleri, hem Türk Dünyasının
ortak tarihinin, hem de ortak edebiyatının ilk ve en büyük eserlerindendir. Bilge Kağan, Gültegin
ve vezir Tonyukuk adına yazılan bu anıtlarda, ortak Türkçe'nin çok gelişmiş bir edebiyat ve devlet dili olduğu
görülmektedir. Bu da, Türkçe'nin bu hale gelebilmesi için en az bin yıldır konuşuluyor olduğunu
düşündürmektedir.
745 yılında, Büyük Türk Hakanlığı Gök Türkler'den Dokuz Oğuz - On Uygurlara geçer; egemenliği
onlar temsil ederler. Diğer yabguluk ve küçük egemenlik sahibi boylar bu Büyük Hakanlığa tâbi olarak
varlıklarını sürdürürler. Dokuz Oğuz - On Uygurlar Devleti 1260 yılına kadar devam eder. Bu dönemde,
Orhun Âbideleri'nde kullanılan Göktürk alfabesi yerine Uygur alfabesi kabul edilir. Bu alfabe, on beşinci
yüz yıl ortalarına kadar, gerek doğuda gerekse batıda Türk devletlerinin resmi yazışmalarında kullanılır.
Uygurlara kadar bütün Türk boyları Gök Tanrı dinine sahip idiler. Bu dinde, semavi ve her şeye gücü
yeten tek bir tanrı olduğu inancı vardır. Gök Türk Âbideleri'nin girişinde şöyle denilmektedir: "Üstte mavi
gök, altta yağız yer yaratıldıkta, ikisinin arasında insanoğlu yaratılmış, insanoğlunun üzerine atalarım Bumin Kağan
ve istemi Kağan, kağan olarak oturmuşlar." Görülüyor ki, bu görkemli ifadelerde, tek ve yaratıcı bir Tanrı'nın
varlığı ve herşeye egemen olduğu açıkça bildirilmektedir. Nitekim, daha sonraki yüz yıllarda bu tek Tanrı
inancı, Türklerin İslâmiyete yakınlık duymalarına ve onu kolayca benimsemelerine yol açacaktır.
Uygurlar döneminde ise Budizm ve Mani dinleri kabul edilmiş ve bu inançlar çerçevesinde geniş bir
edebiyat vücuda getirilmiştir.
Eski Türklerde, Hakanların Gök Tanrı'dan kut olarak tahta çıktıklarına, adaletle yönetmedikleri takdirde,
Tanrı 'nın kutunu çekebileceğine ve Hakan'ın düşeceğine inanılırdı. Ayrıca, devlet baba anlayışı
vardı. Orhun Âbideleri'nin Gültegin yazıtında şöyle der: "Tanrı buyurduğu, yarlık verdiği için, kutum, kutluluğum
var olduğu için... Ölecek olan Türk milletini dirilterek eğittim! Çıplak milleti giydirdim! Yoksul milleti bay
kıldım! Az milleti çok kıldım!"
* * *
940 yılında Büyük Hakanlık Karahanlılara geçer; boy beyleri bu devletin buyruğuna girerler. Karahanlı
Saltuk Buğra Han döneminde Türkler ve özellikle Oğuzlar kitleler halinde Müslüman olurlar;
Müslümanlık diğer Türk boyları arasında da hızla yayılmaya başlar. Karahanlılar dönemi Türk kültürünün
hızla geliştiği ve yükseldiği bir dönem olur; birçok medrese açılır ve ilim adamları yetişir. Aynı
zamanda, ortak Türk edebiyatlarının en büyük eserlerinden olan Gutadgu Bilig, Atabet'ül Hakayik ve Divani
Lügat'it Türk gibi eserlerin yazarları olan Yusuf Has hacib, Ahmet Yügnekî ve Kaşgarlı Prens Mahmut
bu devirde yaşamışlardır.
Beşinci yüz yıllardan itibaren Türk boylannın batıya doğru yayıldıkları görülür. Oğuzlar da, Ceyhun
kenarları ve Hazar ile Aral Gölü arasına dalgalar halinde yerleşirler. Oğuz Yabgusu'nun Subaşı'sı olan
Kınık beyi Selçuk'un torunu olan Çarı ve Tuğrul Beyler, 1040 yılında Dandenakan Savaşı'nda Gazne Sultani'ni
yendikten sonra Selçuklu Devleti'ni kurarlar. Selçuklular kısa zamanda bütün Orta Doğu'ya egemen
olur, 1055 yılında Bağdat'a girerek İslâm Halifesi'ni korumaları altına alırlar. Tuğrul Bey, Bağdat'ta,
Dünya Sultanı olarak ilân edilir. Çarı Bey'in oğlu olan ve Sultan Tuğrul'dan sonra tahta geçen Sultan Alparslan,
1071'de Malazgirt Savaşı'nda Bizans İmparatoru'nun ordularını yenerek Anadolu'nun kapısını
Türklere açar. Bu tarihten itibaren çeşitli Oğuz boyları, komutanlarının öncülüğünde Anadolu'yu fethetmeye
ve yurt yapmaya başlarlar; kısa sürede Anadolu fethedilir.
Bu tarihlerden itibaren Ceyhun ve Yengi Yurt çevresindeki Oğuzlar Türkmen olarak anılmaya başlar.
Bunların bir kısmı yeni fethedilen Anadolu'ya yerleşirken, bir kısmı bulundukları yerlerde kalırlar. Sultan
Melikşah'm, amcası oğullarından Kutalmışoğlu Süleyman Bey'e verdiği ferman ile 1078'dc Anadolu'da,
İznik'te Türk Devleti kurulur. Büyük Selçuklu İmparatorluğu Sultan Sancar döneminde son görkemli zamanını
yaşar. İç çekişmelerin yoğunlaşması, çatışmaların artması ile Selçuklular dağılır ve Orta Doğu'nun
birçok yerinde Selçuklu'nun kolu olan devletler kurulur. Harzem bölgesinde, Atsız'ın kurduğu Harzemşahlar
İmparatorluğu bugünkü Türkmenistan'a egemen olur. Başkenti Köhne Ürgenç'tir.
1220 yılında Cengiz Han'ın orduları Harzem üzerine yürürler. Celaletdin Harzemşah'ın büyük kahramanlıklarına
rağmen, Harzem ülkesi işgal edilir ve birçok şehri yıkılır. Bugünkü Türkmenistan çevresi
ve Oğuzlar uzun süre, Müslümanlaşıp Türkleşen Çağatay ve İlhanlı İmparatorlukları içinde yaşarlar. Bu
devletlerin zayıflama dönemlerinde, Türkmen beyleri şeklen merkeze bağlı olmakla birlikte, kendi boylan
üzerinde egemenliklerini sürdürürler.
1370 yılında Timur, Belh şehrinde hükümdarlığını ilân ederek Timurlular Devletini kurar. Orta Doğu
ve kuzeye doğru bütün Türk ülkelerini egemenliği altına almaya çalışır. Timur'dan sonra oğulları ve torunları
döneminde de Türkmenistan tarım ve çeşitli kültür alanlarında gelişmeler gösterir. Türkmenler,
Timur ordularında atlı birlikler olarak görev alırlar. Teke, Salur, Yomut, Ersarı gibi çeşitli Türkmen boyları
Anadolu, Azerbaycan ve Türkmenistan yörelerinde yaygınlaşırlar. Çeşitli Oğuz boylarından olup, Karakoyunlu
ve Akkoyonlu siyasi birliklerini oluşturan Türkmenler, 14. ve 16. yüz yıllar boyunca Orta Doğu
ve Anadolu çevresinde devletler kurar ve birbirleri ile çekişirler. Bu arada 1299'da Anadolu'da Söğüt'te,
büyük Osmanlı İmparatorluğu, Oğuzların Kayı boyu tarafından kurulur. Karakoyunlu Türkmenlerinden
olan Şah İsmail Safevi, 16. yüz yılın başlarında Safeviler Devleti'ni kurar. Timurluların dağılıp, yerine
Özbek Hanlığının egemen olmasından sonra Safevî Hükümdarı Şah İsmail 1510 yılında Şeybani Han'ı yenerek
Merv bölgesine hâkim olursa da, Özbek Hanları ile birleşen Türkmenler, Şah İsmail'in buralarda
yerleşmesine izin vermezler.
1511 yılında, Safeviler'c karşı ayaklanan Türkmenler ve Harzem Özbekleri, Şeybani Hanedanından İlbars'ı,
Vezir şehrinde Han seçerler. Ürgenç ve Hive beyleri de Jlbars'a bağlanırlar. 1557 yılında Harzem
tahtına geçen Hacı Mehmed Hân, Türkistan ile Osmanlı İmparatorluğu arasında birliğin kurulması gerektiğine
inanır. Osmanh-Safevi mücadelelerinde Osmanlıya yardım eder. Osmanlı Hakanı III. Murad
Hân'a nâme yazarak, onun Ejderhan'ı almasını ve böylece Hazar Denizi'ne çıkmasını ister. Harzem Hanlığı
zaman zaman Karluklarm ve Özbek Hanlarının saldırılarına uğrar.
Hive Hanlığı olarak da anılan Harzem Hanlığında, özellikle Kalmuk akınları iktisadi hayatı çok tahrip
eder. 1664 yılında, Şecere-i Türki isimli Türklerin soy kütüğünü yazan Ebul-gâzi Bahadır Han tahta geçer.
Bu arada, Ceyhun'un bir kolu olan ve Ürgenç çevresini besleyen Özbey nehri kurumuş olduğundan, Ürgenç
terkedilir ve 1615'te Hive şehri başkent tutulur. 1663'te Ebul-Gazi Bahadır Hân'ın oğlu Anuşa Han
geçer. Devlet güçlenir; bu arada Buhara Şcybanileri üzerine seferler yapılır. Anuşa Han, 1684 yılında Semerkant'ı
işgal ederse de, fazla duramaz. 1687 yılında Özbek Hanı, Subhankulu Han, Harzem'i işgal eder.
Şâh Niyaz Işık Ağa'yi Harzem'e vali tayin eder. Ancak, Şah Niyaz, Buhara'dan gizli olarak Ruslarla ilişkilere
girişir. Türkmenlerin büyük bir kısmı Ahal, Etrek, Murgap ve Tecen dolaylarına yerleşirler. Aral civarında
yaşayan Türkmenlerin bir kesimi de Astarhan ve Kuzey Kafkasya'daki Stavropol bölgesine göçerler.
Güney Türkmenistan'daki Türkmenlerin bir kesimi de Safevîlerin egemenliği altında mücadeleler
sonunda, Aba Serdar'ın Şah tarafından öldürülmesi ile bu direniş de kırılır. Bir yandan da, Horasanlı çapulcuların
baskınları olur. 1736 yılında Safevi Devletinin başına Oğuzların Afşar boyundan olan Nadir
Şah geçer. 1736 yılında Safevi Devletinin başına Oğuzların Afşar boyundan olan Nadir Şah geçer. Kafkasya,
Irak, Türkistan ve Hindistan'a büyük seferler yapan Nadir Şah da, Türkmenlerden vergi almaya
devam ettiği için, sıkıntılar bitmez.
On yedinci yüz yılın sonlarından itibaren Çarlık Rusyası ile başlayan ticari ilişkiler vasıtasiyle, Ruslar
Türkistan hakkında gerekli askeri araştırmaları yaparlar. Ruslar Tatar ve Başkırt bölgelerini işgal ederek
başlar ve Yayık Nehri üzerinde Orenburg Kalesi'ni kurarlar. Burdan itibaren, bütün Türkistan'ı çevirecek
şekilde stratejik noktalara kaleler yaparlar. Uzun yıllar Kalmukların saldırıları karşısında sarsılmış olan
Kazak orduları zayıf düşmüş haldedir. Rus ve Kalmuk saldırıları karşısında, Küçük Orda, Orta Orda ve
Büyük Orda, varlıklarını uzun süre devam ettiremezler.
Yayık Irmağı'nın doğusunda yaşayan Küçük Orda Hanı, Ebul Hayr Han uzun yıllardan beri Kalmuklarla
çekişme halinde ve yorulmuş, yıpranmıştır. Türkistan'daki Hokand, Buhara ve Hive gibi diğer
hanlıklarla birlik yaparak mücadele giremezler. Çetin mücadelelerin sonunda, 1731'dc Hanların hep kendi
soyundan gelmesi şartı ile Rus himayesini kabul eder. Ancak, Kuzuk Kurultayı bunu kabul etmez; şekli
bir bağlılık gibi bu durum devam eder. Yer yer Kazak isyanları olur; hanlar değişir. Bu durum on sekizinci
yüz yılın sonlarına kadar sürer.
1755 yılında Batır Şah Ali'nin önderliğinde Başkırtlar isyan ederler. Ruslar, Kazaklarla Başkırtları ve
diğer Türk boylarını birbirine düşürürler, bir yandan da Kalmukları Türkler üzerine saldırtırlar.
1702 yılında hükümdar olan Arap Muhammed Han, Harzem-Hive Hanlığını Buhara Özbeklerinin
egemenliğinden kurtarır. 1715'te yerine geçen oğlu Şir Gazi Han, Rusların yayılmalarını önlemeye çalışır.
1717de Rus Çarının gönderdiği 3.500 kişilik bir birliği yok eder. Ancak, Harzem'de de uruğlar arasında çe
kişmeler vardır. Hanlar, uruğ başbuğlarının oluşturduğu bir divanla ülkeyi yönetmeye çalışırlar. 1728'de,
ilim ve sanata düşkünlüğü ile tanınan Şir Gazi Han katledilir. Kongrat Türk beyleri, Şeybani
Yâdigâroğullarını bırakarak, Kazak Hanlarından Bahadır Han'ı bozkırdan getirip Hân yaparlar.
Yâdigâroğullarına bağlı olan uruğlar ise, İlbars'ı seçerler. İlbars, Nadir Şah Hindistan seferinde iken Ho
rasan'a akın yapar ve burayı yağmalar. 1740'da, Hint seferinden dönen Nadir Şah Harzem'e yürür. Bu
arada, Küçük Orda Hanı da, Rusların desteğinde olarak Harzem'e saldırır ve Hive'yi işgal eder. Nadir Şah
da Hive'ye girince Küçük Orda Han burayı terkeder. Nadir Han, İlbars ve yirmi Kongrat beyini idam
eder. Mangıt beylerinden Tâhir Han ve İlbars'ın oğlu 11. Ebul-Gâzi Han, Nadir Şah'ın himayesinde Hanlık
yaparlar. .
1747 yılında, Mangıt beyleri, Kazak Hanlarından Bahadır Han'ın oğlu Kayıp Han'ı Harzem hanı olarak
ilân ederler. Başkırtların isyanına da katılmış olan cesur ve hareketli Kayıp Han, Harzem'in birliğini
sağlamak için çetin mücadelelere girişir; yeni bir düzen kurmaya çalışır. Ancak, 1757'de kardeşinin isyanı
üzerine babasını da alarak ülkeyi terkeder. Kardeşi Karabey uzun süre tutunamaz, Mangıt beyleri, Karabey'i
tahtından indirip, Hive'den kovarlar. Yâdigâroğullarmdan Timur Gazi Han'ı, Harzem hanlığına getirirler.
Timur Gazi, 1762'de Mangıt beylerini öldürerek, Kongratlardan Muhammed Emin İnak'ı vezir
yapar. Ertesi yıl, M. Emin inak, Timur Gazi Han'ı öldürerek, 158 sene sürecek olan kendi hanedanını
kurar. Uruğ başbuğlarından oluşan Divan'ı dağıtarak bir Sart'ı vezir yapar. Salgın hastalık ve kıtlık olur;
Hive'den göçler başlar. 1790'da, yerine oğlu Avaz geçer.
1801'de Avaz Han'ın ölümü ile yerine İl Tüzer Han geçer ve o da Şartlara dayalı bir iktidar kurar.
Ruslarla ticaret ilişkileri sürdürülür. 1806'da, İl Tüzer'in kardeşi Mehmed Rahim Han, Özbek uruğlarına
dayanmaya çalışır. Karakalpaklar ve Merv Türkmenleri de Hanlığa bağlanır. 1825'te tahta geçen oğlu allahkulu
Han, Köhne Ürgenç'i yeniden onarır, Mavr Kalesi Hanlığa bağlanır, Ruslarla ilişkiler sürdürülür.
Ruslar, gerekli hazırlıkları tamamladıklarına inanarak harekete geçerler. Türkmenler, Rus birliklerini
5 Aralık 1839'da Üst Yurt bölgesinde Beş Tunak'da bozguna uğratırlar. 1846'da Hive tahtına geçen II. Mehmed
Emin Han, birçok cami, medrese ve sulama kanalları yaptırır. 1851 yılında tekrar Hive üzerine yürüyen
Ruslar bozularak çekilirler.
1869 yılında Hazer kıyısında Kızılsu'yu işgal ederek burada bir kale yaparlar. 1864-65 arasında
Ho-kand Hanlığına işgal eder, Semerkand ve Taşkent'i ele geçirirler. 1868-71 arasında Buhara
Hanlığını ele geçirirler. Türkistan topraklan üzerinde Türkistan Genel Valiliği kurarlar.
1873'te Ruslar yeniden saldırıya geçerek Hive ve Gazavat'ta katliam yaparlar. Sağ Harzem
Ruslara bırakılır. Ruslar Ahal bölgesine doğru ilerlerler. Nurberdi Han'ın oğlu Berdi Murad Han,
Göktepe Kalesi'ni güçlendirerek savunmaya geçer. Ruslar, 1879'un Ağustos ayında saldırıya
geçerler. Günlerce süren top ateşinde çok Türkmen şehit olur. Sonunda, kaleden çıkış yapan
Türkmenler, Rusları Hazar'a kadar sürerler. Berdi Murad Han bu savaşlarda şehit olur.
1880 yılında Nurberdi Han vefat eder ve yerine Muhtumkuli Han geçer. Rus Çarlığı,
güçlendirdiği büyük bir ordu ile yeniden Göktepe'ye saldırır. Günlerce top ateşi altında tutulan
kalenin duvarları tonlarca dinamit patlatılarak yıkılır. Aşgabad'a çekilmek isteyen çocuklar ve
kadınlar acımasızca öldürülür. Türkmenler Göktepe'yi sokak sokak ve ev ev savunurlar. Bu kanlı
savaşlarda yirmi bin Türkmen şehit olur. Göktepe düşer. Ruslar 18 Ocak 1881'4e Aşgabad'a
girerler. Esasen, aralarında çekişmeler olan Türkmen beyleri, Merv şehrini savunamayacaklarını
düşünürler ve Merv'i 1884'te Ruslara teslim ederler.
Rus egemenliğinde yaşamak bütün Türkistan için çok zor gelir. Yer yer Türkistan'ın her
yanında irili ufaklı ayaklanmalar olur. Ancak, düzenli orduları olmadığı için, vatanları ve
bağımsızlıkları için kahramanca kanlarını dökerlerse de, belirli bir başarıya ulaşamazlar. 1916'da,
Çarlık Rusyası'nın, Türkmenleri savaşa göndermek istemesi üzerine yine Türkistan'ın her yanında
isyanlar başlar. Türkmenistan'da, Cüneyt Han'ın önderliğinde halk ayaklanır. Ayaklanma Tecen ve
Batı Türkistan taraflarında yayılır. Halk, Hive Kalesi'ne hücum eder. Ancak kaleyi düşüremezler.
Cüneyt Han, Afganistan'a doğru çekilmek zorunda kalır ve burada uzun süre ayaklanmayı
sürdürür. Aziz Han'ın başlattığı ayaklanma da başarılı olamaz; o da Afganistan'a geçer. Etrek ve
Gürgen'deki ayaklanmalar da kanlı bir biçimde bastırılır. Öncülerden Esen Han, Mergen Bey ve
Baha Kılıç şehit edilirler.
1917 Bolşevik ihtilali ile, Türkmenistan'a komünizm uygulamaları başlar. 11 Temmuz 1918'de
başlayan bir halk ayaklanması, Aşgabat'ta Sovyet yönetimine son verir. Ancak, 1920'de Kızıl Ordu
yeniden Sovyet egemenliği kurar. Bu arada Cüneyt Han, Türkistan'a geçerek Hive Hara Seyit
Abdullah ile anlaşıp bir cephe kurar; Özbek, Karakalpak ve Türkmenler birlikte hareket ederler.
Ancak, daha sonra mahalli beylerin harekete destek vermemesi üzerine Karakurum Çölü'ne çekilir.
2 Şubat 1920'de Harzem Halk Sovyet Cumhuriyeti ve 2 Eylül 1920'de Buhara Halk Sovyet
Cumhuriyeti kurulur. Sonunda, 27 Ekim 1924 yılında, Ruslar, Türkmenistan, Kazakistan,
Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan Cumhuriyetlerini kurarak, Türkistan'ı beş ayrı cumhuriyet
halinde Sovyet merkezine bağlarlar.
Türkmenlerin direniş hareketleri devam eder; Cüneyt Han, ancak Stalin döneminde ülkeyi
terkederek
Afganistan'a geçer ve 1938'de burada vefat eder. Sovyetler bu hareketleri Basmacı hareketleri adı
altında
kötülemeye çalışırlar.
İkinci Dünya Savaşı'nda iki yüz bine yakın Türkmen genci savaşa katılmıştır. 6 Ekim 1948
yılında aş-gabat ve çevresinde meydana gelen büyük bir depremde yüz kırk bin'in üzerinde
Türkmen ölmüş; ancak,
bu büyük felaketten dünya milletleri haberdar edilmemiştir.
* * *
Sovyetler Birliği'nin dağılma sürecine girmesi üzerine, Türkmenler de kendi Cumhuriyetlerini
kurmak üzere harekete geçmiş ve Türkmenistan Meclisi, 27 Ekim 1991'deki olağanüstü
toplantısında oy birliği ile bağımsız Türkmenistan Devleti'nin kurulmasına karar vermiştir. 27 Ekim,
Türkmenistan'ın bağımsızlık günü olarak ilân edilmiştir.
Şimdi Türkmenistan, 26 Haziran 1992'de devlet başkanlığına seçilen Saparmurat
Türkmenbaşı'nın öncülüğünde dünya devletleri içindeki şerefli yerini almak üzere ilerlemektedir.
RUHNAME
RUHNAMA
Sevgili dostlar size Türkmeneli'nden yüce Türk Milletinin çağdaş milletler arasında en ön safta yer almasına sebep olan Türk Büyüklerinin hayat hikayelerinden ve bizlere olan emanetlerinden bahsedeceğimizi belirtmiştik. Bu yazımda geçen yıl uçmağa giden, hakkın rahmetine kavuşan büyük Türkmen Beyi "7 Devlet Tek Millet " slagonunun hayata geçirilmesinde en önemli rollerden birisini üstlenen Türkmenistan Devletinin kurucusu yiğit insan Sapar Murat Türkmenbaşı’nın aziz Türk milletine ve Türkmen halkına emaneti olan Ruhname isimli kitabı’nın önemini kendi kaleminden bahsedeceğim;
Ruhname kitabı, Türkmen’in Altın Asrındaki maksadının hasıl olmasını, Türkmen’in yüreğinin sürekli heyecanlı, aydın ve ferasetli çarpmasını sağlayan güç olmalı. Gerçek Türkmen kendine eziyet etmez ve kim olduğunu unutmaz, hayatta omuzlarına yüklenmiş olan milli borçlarını unutmaz. Türkmen’in dış görünüşü, onun iç dünyasından ayrılamaz. Gerçekten de, Türkmen kendi bedeninin, muhakemesinin ve ruhunun arasındaki hassas dengeyi korumayı bilmelidir, onların hepsine gereğince dikkat etmelidir.
Kendi ruhı dünyası ruhi dünyası hakkında endişelenen ve hem bedenen hem de aklen gelişmesine dikkat eden gerçek Türkmen için heyecanla çarpan yüreğinin, teşne ruhunun, hisli kalbinin, şairane gönlünün yüceliğini, içten gelen çoşku ve heyecanlarının sönmemesini sağlayan Ruhname olmalıdır.
(22.sayfa)
Ruhname; birlik beraberliğin kitabıdır. Çünkü o Türkmen milletininin şimdiki zamanıyla tarihini birleştirecek tek temel esastır. Şimdiye kadar Türkmen edebiyat ve sanat tarihinde bir çok değişik Sözler, hususi Sözler, açık ve net Sözler vardı, ama bütün bir Söz olmadı. Ruhname bizzat bu eksikliği doldurmalıdır. Ruhname milletin eline tek ve bütün bir tarihi yolu, tek ve bütün bir hayat yolunu, tek ve bütün bir ruh heyecanını vermelidir. Benim ana felsefem; birlik ve bütünlük felsefesidir. Çünkü birlik ve bütünlüğün olmadığı yerde millet de yoktur. Ezkaza olsa da ömrü uzun olmuyor.
(23.sayfa)
Vatandaşlarım! Bugünün, yarının Türkmen halkı kendini tanımalı! Üstün taraflarını, zayıf taraflarını, bilgeliğini, nadanlığını bilmeli! Derdin ne olduğunu bilen tabib, anında derdin dermanını da bulabilir! Kendine akıl erdirebilen halk da kendi eksikliklerini çabucak tamamlayıp o eksiklerden kurtulabilir! Ruhname Türkmen’in kendisi hakkındaki kitabıdır! Ruhname, yalnız Türkmen için değildir! Ruhname bizim aramızda yaşayan, sevincimizle sevinip, övüncümüzle övünen, bizimle beraber bu toprakta Altın asrımızı yaratmakta olan diğer halkların, kardeşlerimizin de kendi kitaplarıdır!
Ruhname, dünyada yakınımızdaki uzağımızdaki, komşumuz kardeşimiz olan diğer halkların da kitabıdır! Bir insanı tanıdıktan sonra dost olursun! Ruhnameyi okuyan her yabancı bizi daha çabuk tanır, daha çabuk dost olur, bizim kendimizi dünyaya kabul ettirmeye götüren yolumuzda uzağımız yakın olur, tanışımız dost olur!
(25-26.sayfa) Ruhname’de, Türkmen halkı’nın binlerce yıl içerisinde olgunlaşan tarih şuuru, manevi güç ve kuvveti bir araya toplanmıştır.
Ruhname bir gemidir. Bu gemi, Türkmen tarihinin uçsuz bucaksız denizinde, geçmişin haberini geleceğe iletmekle görevlidir.
Ruhname bir çapardır. Bu çapar, geçmişin sırlı ve zaruri haberlerini geleceğe iletmektedir. İşte bu yüzden ben şöyle diyorum:
Türkmen ruhu bir alem ise, Ruhname bu alemin yerini tam olarak tutamaz. Bu en azından hacim olarak imkan haricidir.
Ancak Ruhname, bu alemin merkezi olmalıdır. Bu alemde meydana gelen ve meydana gelecek tüm kozmik cisimler, onun çekim alanında, kendi yörüngelerinde yaşamaya devam ederler. (69.sayfa) Ruhname, milletimizdeki manevi üreticilik kabiliyetlerini uyandıracak ve onları görülmemiş yüksek seviyede çalışkan hale getirecek bir kitaptır. Büyük maddi gelişmelerin göze görünmeyen manevi katalizörü olacak bu tarihi işte, bizim yardımcımız olan güç, geçmişimizden duyduğumuz gurur ve geleceğimize olan güvenimizdir.
Ruhname’nin felsefesi, bu onur ve güvenin temeli; Ruhname’nin duygusal ciheti ise bu onur ve güvenin özüdür. (76.sayfa) Ruhnamenin yeni bir dünya görüşü olduğunun manası şundan ibarettir: Tabiatı, cemiyeti, şahsiyeti harekete geçiren güç ruhtur. Ruh olmazsa hayat olmaz, ruh hayatın cevheridir. (160.sayfa) Ruhname, bizim yolumuzdur! Ruhname’yi okuyan her bir Türkmen, kendisini idrak edecektir. Ruhname’yi okuyan diğer milletlerden, devletlerden olanlar Türkmen’i tanıma imkanı bulur! (404.sayfa)
http://www.turkmenistan.gov.tm/ruhnama/ruhnama-tur.html
TÜRKMEN BAYRAĞI
Türkmenistan bayrağı, 1991 (bağımsızlığını ilan ettiğinde) tarihinde "ulusal bayrak" olarak kabul edilmiştir. Bayrağın sol tarafında kalın bir şerit olarak uzanan "Türkmen halısı" motifi yer almaktadır. Türkmen halısı ve yeşil zemin Türkmen tarihini simgelemektedir. Çapraz olarak dizayn edilen yarım ay geleceği, beş yıldız ise Türkmen vilayetlerini simgelemektedir. Halı motifleri ise Türkmen boylarını simgelemektedir. Ay ve yıldız motiflerine Türk halklarının kullandığı bayraklarda sıklıkla rastlanılmaktadır.
19-şubat Türkmen bayrağının bayramıdır.
http://www.netgazete.com/NewsDetail.aspx?nID=512886
19-şubat Türkmen bayrağının bayramıdır.
http://www.netgazete.com/NewsDetail.aspx?nID=512886
Türkmen Takıları
Türkmen Takıları
Türkmen takıları, ince bir zerafet sahip olup sırlarla doludur. Çok eski bir tarihe sahip olup türkmen kültürunun en önemli öğelerinden biridir. Geçmişten günümüze gelen Altın ve gümüş işlelemeli türkmen takılarının herbiri bir başyapıt niteliğindedir.
Değerli taşların yerleştirilme tarzı, geometrik şekli ve verilen biçim, onlara bakanlarda hayranlık ve takdir hissi oluşturmaktadır. Türkmen el sanatları türkmen kültürünün diğer milletlerin kültürlerinden olan farklılığın en belirleyici unsurudur.
Türkmen takı yapım sanatı sadece kadınları süsleyen bir öğe olmayıp onları şeytanın gözünden ve hastalıklardan koruyan farklı ve sihirli bir anlamı da vardır.
Çalıştıkları taşların özelliklerini bilmemekle beraber, geçmişteki takı yapım ustaları taşların insan sağlığına yararlı etkileri olduğuna inaniyorlardı ve ürettikleri takıları satın alanlara, takının sihirli güçlerini ve onlar mutluluk, ümit ve dayanım vereceğini anlatıyorlardı. Bu nedenle bu takılar türkmen kadınlarına manevi bir güç veriyordu.
Türkmen ustaları sanatlarını yıllar boyunca unutmamış ve tam tersine daha da geliştirmiş ve kendilerinide geçen öğrenciler yertiştirmişlerdir.
Eski ustalar öğrencilerine büyük bir işgücü emeği harcamışlar ve sabırla daha da güzel işler yapmışlardır. Bu nedenla günümüzde hala ustaların yaptığı işler ilgi çekmeye ve etkileyici olmaya devam etmektedir.
Türkmen takıları eski savaşçıların teçhizatlarını da aklımıza getirmektedir.
Gümüş Kupba , kubbe şeklindedir, Çekkelik-in gümüş askıları yüze kadar gelmekte ve Yeginlik arka boyundaki askılardır. Bu takılar bize askeri elbiseleri hatırlatmaktadır. Geniş bir göğüs süsü olan Gulyaka, Dagdan ve Bukuv askerlerin eski göğüs korumalarını anımsatmaktadır.
Bu örnekler tarihi kadın savaşçıların türkmen bölgelerinde yaşamış olabileceğini göstermektedir. Ayrıca Türkmen kadınlarının eşlerine düşmanlarla savşta yardım ettikleri de söylenmektedir.
Türkmen gümüş ustaları, çocuklar ve atlar içinde farklı süsler üretmişlerdir.
Onlar bıçak ve bıçak taşıma aletleri ve kılıfları, cüzdanlar ve çantalar da üretmişlerdir.
Türkmen ustaları çadırlarını süslemek için kilim ve halı de üretmişlerdir. Kadın takılarının ve onların elbiselerinin uyumu de onların sanattaki ustalıklarının bir belirtisidir.
Türkmenlerin hayatında kadın özel bir yere sahiptir ve hep saygı ve hurmet ile muamele görmüştür. Büyük türkmen düşünürü va şairi, ki aynı zamandada büyük bir takı sanatçısıdır kadının güzelliğini övmüştür.
Türkmen kadınının milli elbisesindeki inanılmaz güzelliği onun elbisesinin süslemelerle olan coşkulu uyumundan kaynaklanmakta ve bu Türkmenlerin sihirli takı ve albise sanatının bir eseridir.
Türkmen giyim tarzı onun yaşam şekli ve hava şartlarının bir yansımasıdır. Süslemeler bu giyiside önemli bir yere sahipdir. Kadınların milli giyisisi süslemeler ve dekoratif nakışlardan oluşmaktadır. Erkeklerin giyisisi de nakışlara sahipdir ama bu nakışlar daha basittir. Nakışlar sadece elbiselerde değil, sofralarda, mendillerde, çantalarda, eğerlerde, dutar kablarında ve benzeri yerlerde işlenmektedir. Bu nakışların ortaya çıkmasında bazı dini inanışlar da neden olmuştur. Örneğin şeytani ruhlardan korunmak için kullanılmıştır.
Türkmenlerin milli kadın ve çocuk elbiseleri ,değerli taşlar ve bocuklarla süslenmiştir. Bu süsleme sadece elbiseler için değil Kılıç kılıfları , hançerler ve kırbaçlarda da bu dekoratif taşlarla süslenmiştir.
Eskiden bu süslemeler özel anlamlar da içermekteydi. Bunlar yaş, aile kabile ve sosiyal statu belirtilerini de ifade ediyordu.
Süslemeler ve takılar kabileden kabileye farklılıklar da göstermektedir. Kadının evli olup olmadığı ve hangi kabileden olduğu elbise ve süslemelerinden anlaşılabilmektedir
http://www.turkmens.com/Jewelry.html
Türkmen takıları, ince bir zerafet sahip olup sırlarla doludur. Çok eski bir tarihe sahip olup türkmen kültürunun en önemli öğelerinden biridir. Geçmişten günümüze gelen Altın ve gümüş işlelemeli türkmen takılarının herbiri bir başyapıt niteliğindedir.
Değerli taşların yerleştirilme tarzı, geometrik şekli ve verilen biçim, onlara bakanlarda hayranlık ve takdir hissi oluşturmaktadır. Türkmen el sanatları türkmen kültürünün diğer milletlerin kültürlerinden olan farklılığın en belirleyici unsurudur.
Türkmen takı yapım sanatı sadece kadınları süsleyen bir öğe olmayıp onları şeytanın gözünden ve hastalıklardan koruyan farklı ve sihirli bir anlamı da vardır.
Çalıştıkları taşların özelliklerini bilmemekle beraber, geçmişteki takı yapım ustaları taşların insan sağlığına yararlı etkileri olduğuna inaniyorlardı ve ürettikleri takıları satın alanlara, takının sihirli güçlerini ve onlar mutluluk, ümit ve dayanım vereceğini anlatıyorlardı. Bu nedenle bu takılar türkmen kadınlarına manevi bir güç veriyordu.
Türkmen ustaları sanatlarını yıllar boyunca unutmamış ve tam tersine daha da geliştirmiş ve kendilerinide geçen öğrenciler yertiştirmişlerdir.
Eski ustalar öğrencilerine büyük bir işgücü emeği harcamışlar ve sabırla daha da güzel işler yapmışlardır. Bu nedenla günümüzde hala ustaların yaptığı işler ilgi çekmeye ve etkileyici olmaya devam etmektedir.
Türkmen takıları eski savaşçıların teçhizatlarını da aklımıza getirmektedir.
Gümüş Kupba , kubbe şeklindedir, Çekkelik-in gümüş askıları yüze kadar gelmekte ve Yeginlik arka boyundaki askılardır. Bu takılar bize askeri elbiseleri hatırlatmaktadır. Geniş bir göğüs süsü olan Gulyaka, Dagdan ve Bukuv askerlerin eski göğüs korumalarını anımsatmaktadır.
Bu örnekler tarihi kadın savaşçıların türkmen bölgelerinde yaşamış olabileceğini göstermektedir. Ayrıca Türkmen kadınlarının eşlerine düşmanlarla savşta yardım ettikleri de söylenmektedir.
Türkmen gümüş ustaları, çocuklar ve atlar içinde farklı süsler üretmişlerdir.
Onlar bıçak ve bıçak taşıma aletleri ve kılıfları, cüzdanlar ve çantalar da üretmişlerdir.
Türkmen ustaları çadırlarını süslemek için kilim ve halı de üretmişlerdir. Kadın takılarının ve onların elbiselerinin uyumu de onların sanattaki ustalıklarının bir belirtisidir.
Türkmenlerin hayatında kadın özel bir yere sahiptir ve hep saygı ve hurmet ile muamele görmüştür. Büyük türkmen düşünürü va şairi, ki aynı zamandada büyük bir takı sanatçısıdır kadının güzelliğini övmüştür.
Türkmen kadınının milli elbisesindeki inanılmaz güzelliği onun elbisesinin süslemelerle olan coşkulu uyumundan kaynaklanmakta ve bu Türkmenlerin sihirli takı ve albise sanatının bir eseridir.
Türkmen giyim tarzı onun yaşam şekli ve hava şartlarının bir yansımasıdır. Süslemeler bu giyiside önemli bir yere sahipdir. Kadınların milli giyisisi süslemeler ve dekoratif nakışlardan oluşmaktadır. Erkeklerin giyisisi de nakışlara sahipdir ama bu nakışlar daha basittir. Nakışlar sadece elbiselerde değil, sofralarda, mendillerde, çantalarda, eğerlerde, dutar kablarında ve benzeri yerlerde işlenmektedir. Bu nakışların ortaya çıkmasında bazı dini inanışlar da neden olmuştur. Örneğin şeytani ruhlardan korunmak için kullanılmıştır.
Türkmenlerin milli kadın ve çocuk elbiseleri ,değerli taşlar ve bocuklarla süslenmiştir. Bu süsleme sadece elbiseler için değil Kılıç kılıfları , hançerler ve kırbaçlarda da bu dekoratif taşlarla süslenmiştir.
Eskiden bu süslemeler özel anlamlar da içermekteydi. Bunlar yaş, aile kabile ve sosiyal statu belirtilerini de ifade ediyordu.
Süslemeler ve takılar kabileden kabileye farklılıklar da göstermektedir. Kadının evli olup olmadığı ve hangi kabileden olduğu elbise ve süslemelerinden anlaşılabilmektedir
http://www.turkmens.com/Jewelry.html
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)